Can Uzunallı, solo üretimlerinde bile “birlikte olma” hâlini merkeze alıyor; projelerini ekip uyumuyla büyütüyor. Son çalışması “Tiburon Sessions” vesilesiyle kendisi ve ekibiyle konuştuk.
Can Uzunallı, Emre Ercan, Onur Ağar ve Fatih Gökyüzü ile sohbetimizi keyifle okumanızı dileriz.
CAN UZUNALLI:
İçimize işleyen bir vuruculukla net bir anlatım taşıyan şarkı sözlerinizin ardındaki yazı dili nasıl şekilleniyor? Bu ifade biçimini belirleyen temel kaynaklar veya kırılma anlarını sizden öğrenebilir miyiz?
Belki de bu işin özü, bazen sustuklarını, bazen çığlıklarını duyurmak. Sokakta ağlayan biri, haberlerde duyduğun bir cümle, yakınının acısı, değer verdiğinin sıkışmışlığı, muktedirin baskısı… Hepsi zamanla birikiyor ve konuşmak istiyorsun. Bir çeşit iletişim tercihi sanırım.
Yazı dilim, belirli bir teknikten ziyade duygunun kendisinden oluşuyor. En azından şimdiye dek böyle oldu. Ne zaman bir şarkı yazacak olsam, bir sıkışma başlar. Kelimeler kıvranır. Çoğu zaman yazmaya başlamadan önce bile nasıl anlatacağımı bilmem, ama o sıkışmanın içinde mutlaka bir isyan, bir gözyaşı, bazen de bir gülümseme vardır. Yani, kelimeleri seçerken estetikten çok dürüstlüğü öncelerim. Yaşam zaten uçuşan kelimelerle dolu. Yerlerini bulduklarında bazen bir şiir, bazen bir şarkı oluyorlar.
Yazmaya ilk başladığımda, daha ‘kendi’ sıkıntılarımdaydım. Zaman geçtikçe genel şeyler dile gelmeye başladı ki zaman, pek de iyiye ilerlemedi. İçinde senin, benim de olduğumuz ama odağı olmadığımız birçok kırılma anı yaşadık. Pandemisi, depremi, yangını, seli, toplumsal kutuplaşmalar; bunların sancıları, müsebbipleri, mağdurları ve mağrurları. Yaşanmışlıkların açık yarası misali. Yazmamak susmak gibi ve susmak bazen daha çok acıtır.
Dinleyicileriniz sizinle ve şarkılarınızla içsel bir bağ kuruyor. Üstelik bu bağ, uzun süredir sizi takip eden oldukça geniş bir dinleyici kitlesiyle kurulmuş durumda. Bu çerçevede bakıldığında, müzikal başarı sizce sayı mıdır, bağ mıdır?
Müzikal başarı nedir, önce ona bakmak lazım. Biri bir gün bir yerde gelip de “Abi ya, o şarkıyı yazarken benim içimi mi gördün?” dediğinde bu bir başarıdır. Çünkü müzik, bir tür telepati benim gözümde. Senin hissettiğini ben uzaktan duymuşum gibi olur. İşte orada kurulur o bağ dediğimiz. Ve bu bağ, sayıyla değil, sızıyla ölçülür. Dinleyici sayısı, dinlenme oranları, algoritmalar… Bunlar başka bir dil. Onlara tamamen sırtımı dönmüyorum elbette çünkü o sayıların, konser verebilmek için bile “ciddi” bir önemi var ama sırtımı dayadığım şey de onlar değil. Bir şarkı yazdığında, “kaç stream alır?” diye değil, “bu şarkı benim gibi biriyle buluşur mu?” diye düşünmek daha değerli. Çünkü biliyorum ki o biri, benim gibi içine konuşan, geceyi kafasında büyüten biriyse, o bağ zaten kendiliğinden kurulur. Birinin dünyasında bir iz bırakmak, platformlarda yer almanın ötesinde bir şey. Kalabalık bir sessizliktense, içten bir yankı gibi. Çok yüksek stream sayısına sahip ama konseri boş geçen biri olmak istemezdim. Eğer başarı sadece “kaç kişi dinledi?”ye indirgenirse, bu işin ruhu yiter. Ama bağ varsa… sayı da gelir, geçer, silinir. Bağ kalır. O yüzden başarı benim için bağdır, bağın derinliğidir. Diğeri ticari başarı.
Tiburon Sessions, diskografi seçkilerinin başka bir kapı aralaması gibi. Bu sürecin sonraki üretimlere etkisi sizce nasıl olacaktır?
Biraz da, şarkıların en savunmasız hâlleri gibi. Kendime de, dinleyiciye de “Bak, bu şarkının ‘gürültüsüz’ hâli de var. Aynı kelimeler, aynı duygular ama bu kez daha sakin,” demek. Bu çok başka bir ifade biçimi. Sonraki üretimlere ne denli yansır, bilemiyorum. Şu anki taslaklarda akustik temelli şarkılar da var, synth ve elektrik gitar temelli de. Bildiğim tek şey, yeni bir akustik gitara ihtiyacım olduğu. Performanstaki gitarımın yetersizliğini bilmeme rağmen, onunla geçen yılları düşününce onunla çalmak istedim. Çoğu şeyde yanımda o vardı. Sözün sazıydı. Bundan sonra da olacak tabii ama emekliliğinin keyfini çıkararak.
EMRE ERCAN:
Akustik kayıtlarda davulun hem geri planda kalması hem de hissedilmesi beklenir. Bu ikili dengeyi sağlamak konusunda neler söyleyebilirsiniz?
“Groove” diye tabir ettiğimiz ve şarkıyı taşıması gereken ritmik iskelet, aynı zamanda şarkının dinleyiciye geçen karakteristik özelliklerinden biri. Bu nedenle, akustik kayıtlarda ilk dikkat ettiğim konu, karakteristik “groove”u sağlamak.
Elbette, şarkıların albüm versiyonlarıyla akustik versiyonları arasında bir tavır ve sunum farkı var. Bu yüzden, kalabalık gelebilecek bazı davul cümlelerini oyundan çıkarıp o iskeleti biraz sadeleştirmek gerekebiliyor.
Bazı durumlarda ise, akustik versiyonlara sanki orijinal hâlleriymiş gibi yaklaşıp yeni bir ritmik yapı kullanmak gerektiğine inanıyorum.

Bir müzisyen olarak benim için en önemli şey; atmosfer ve hissiyat. Şarkının hissiyatını doğru bir şekilde verecek yapıyı inşa ettiğim anda, parçanın elektrikli ya da akustik olması benim için sorun teşkil etmez. Çünkü o denge zaten kurulmuş olur.
ONUR AĞAR:
Bas gitarist olarak doğrudan sahnede yer alıyor, aynı zamanda miks ve mastering süreçlerini de üstleniyorsunuz. Hem sahne hem de ses tasarımı tarafında olmak, bu projede nasıl bir bütünlük ve sorumluluk duygusu yarattı?
Bas çalmak ile mix & mastering konularını birbirinden ayrı değerlendiriyorum. Bu iki alan, tamamen farklı sorumluluklar gerektiriyor. Açıkçası, mix gibi konular, albüm kayıt sürecinin dışında beni pek meşgul etmiyor.
Konserlerde sadece kendi tonuma ve çalma şeklime odaklanıyorum. Çok iyi bir ekiple çalıştığımız için, canlı performansta, seste sorun yaşanacağına dair bir endişem olmuyor. Bu nedenle, sahnede sadece müziğe ve performansıma yoğunlaşabiliyorum.
FATİH GÖKYÜZÜ:
Gitar, akustik yorumlarda hem taşıyıcı hem de tamamlayıcı bir yapıdadır. Bu bağlamda enstrümana biçilen rol sizce akustikte daha mı önemli?
Açıkçası, müzik geçmişim elektrikli temele dayanıyor. Bana göre, ister akustik ister elektrikli olsun, gitar, müziğin gerektirdiği ve istediği ölçüde rol alır. Öyle bir şarkı yaparsınız ki, içinde gitar hiç olmayabilir bile.
Bu nedenle, akustik ya da elektrikli düzende enstrümana biçilen rolün önemini; şarkıyı yazan ya da düzenlemeyi yapan kişinin fikirleri, yetkinliği ve müziğe bakış açısı belirler diye düşünüyorum.
HERKESE ORTAK SORU:
Tiburon Sessions’ın kayıt mekânı, atmosferi ve ekip yapısı düşünüldüğünde, bu projeyi benzerlerinden ayıran temel özellik sizce neydi?
CAN UZUNALLI: En son ne zaman senkronize, tek plan bir kayıt performansındaydım, açıkçası tam hatırlamıyorum. Sanırım Dream TV’de “Yüxexes”teydi. Ama iyi bir ekiple olumsuz bir sonuç çıkması pek mümkün değil. Yine de konserleri, kayıt sürecinden her zaman daha çok seviyorum.
FATİH GÖKYÜZÜ: Bence Tiburon’u benzerlerinden ayıran en önemli özellikler; içinde bulunulan farklı ambiyansın hissettirdikleri, çalışma ortamının rahatlığı ve birlikte çalışılan kişilerin yardımseverliğiydi. Ayrıca, canlı kayıt sürecinde bize tanınan özgürlük de önemli bir detaydı. Konser zihniyetinden farklı düşünerek çalışmak, oldukça zorlayıcı ama aynı zamanda öğretici bir deneyim oldu.