31
Views

Tolga Özbey

Flapper kızları, 1920’lerin gençliğinin en ikonik ve dikkat çekici altkültürlerinden biridir. Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle ortaya çıkan toplumsal ve kültürel değişimlerin bir yansıması olarak, özellikle ABD ve Batı Avrupa’da görülen bu hareket, genç kadınların özgürleşme arzusunu ve geleneksel normlara meydan okumasını temsil eder. Gençlik ve altkültürler tarihinde modern gençlik kimliğinin oluşumunda önemli bir dönüm noktası olarak ele alınır. Flapper terimi, İngilizce’de “kanat çırpan” anlamına gelir ve bu genç kadınların enerjik, bağımsız ve asi ruhunu yansıtır. Sözlük anlamıyla, flapper kelimesi henüz yuvada olan ve kanatlarında yalnızca ince tüyler varken boşuna uçmaya çalışan bir yavru kuş olarak tanımlansa da dönemin sokak jargonunda flapper terimi  biraz da erkek çocuk vücudu gibi, erkeğimsi, zayıf gövdeli kadın olarak kullanılmıştır. Savaş sonrası ekonomik refah (özellikle ABD’de “Roaring Twenties” olarak anılan dönem), tüketim kültürünün yükselişi ve kadınların oy hakkı gibi toplumsal kazanımlar elde etmesiyle, Flapper’ların ortaya çıkmasını sağlayan zemini oluşturmuştur. Flapperlar, Victorian dönemin baskıcı ahlak anlayışını reddederek, kısa etekler giyer, bob kesim saçlar, makyaj ve özgür davranışlarla dikkat çekerlerdi.

Bu, aynı zamanda kadınların kamusal alanda daha görünür hale geldiği bir dönemdi; dans salonları, gece kulüpleri ve sinemalar onların doğal yaşam alanlarıydı. Flapper kızlarının müzikle ilişkisi, 1920’lerin caz çağıyla (Jazz Age) ayrılmaz bir şekilde bağlantılıydı. Caz, bu dönemde yalnızca bir müzik türü değil, aynı zamanda bir yaşam tarzı ve özgürlük sembolüydü. Flapper’lar, cazın ritmik enerjisi ve doğaçlama ruhuyla kendilerini özdeşleştirir, bu müziği dans pistlerinde hayata geçirirlerdi. Caz, 1920’lerde New Orleans’tan başlayarak ABD’nin büyük şehirlerine (New York, Chicago) yayılmıştı. Ragtime, blues ve brass band geleneklerinin bir karışımı olan bu müzik, hızlı tempolu ritimleri, senkoplu melodileri ve doğaçlama sololardan oluşuyordu. Flapper’lar için caz, Victorian dönemin ağırbaşlı valslerinden ve klasik müziklerinden dramatik bir kopuştu. Louis Armstrong, Duke Ellington ve Jelly Roll Morton gibi sanatçılar, cazın erken yıldızlarıydı. Armstrong’un trompet soloları ve Ellington’ın sofistike düzenlemeleri, Flapper’ların dans pistlerinde coşkuyla karşılanırdı. Caz, Afro-Amerikan kültüründen doğmuş ve ana akım beyaz gençlik tarafından benimsenmişti. Bu, Flapper’lar için hem egzotik bir çekicilik hem de ırksal ve sınıfsal sınırları bulanıklaştıran bir asi duruş demekti. Dönemin muhafazakâr kesimleri, cazı “ahlaksız” ve “tehlikeli” bulurdu; bu da Flapper’ların müziğe olan tutkusunu daha da artırırdı. Charleston, 1920’lerin en popüler danslarından biriydi ve Flapper’ların enerjik ruhunu yansıtan hızlı, ritmik bir caz türeviydi. James P. Johnson’ın 1923’te bestelediği “The Charleston” adlı parça, bu dansın ve müziğin simgesi haline geldi. Charleston, dizlerin çılgınca hareket ettiği, kolların sallandığı ve bedenin özgürce ritme kapıldığı bir danstı. Flapper kızları, kısa eteklerinin dans sırasında hareket özgürlüğü sağlamasıyla Charleston’u sahiplenmişti. Bu dans, onların neşeli, başına buyruk ve cinsiyet normlarını zorlayan tavrını mükemmel bir şekilde ifade ederdi. Charleston partileri ve dans yarışmaları, Flapper’ların sosyal hayatının merkeziydi. Charleston, cazın popülerleşmesinde büyük rol oynadı ve Flapper’ların görsel imajını (kısa elbiseler, sallanan saçaklar) tamamlayan bir unsur oldu.

Flapper kültürünün oluşmasında önemli etkenlerden bir başkası da Tin Pan Alley, New York’ta müzik yayıncılığının merkeziydi ve 1920’lerde cazın yanı sıra dans edilebilir popüler şarkılar üretiyordu. Bu şarkılar, genellikle piyano ve vokal odaklı, kolay hatırlanır melodilerdi. George Gershwin’in “Swanee” ya da Irving Berlin’in “Blue Skies” gibi parçaları, Flapper’ların hem dans ettiği hem de romantik anlarda dinlediği şarkılardı. Bu parçalar, cazın ham enerjisini daha erişilebilir bir forma sokuyordu. Tin Pan Alley şarkıları, radyo ve plaklar aracılığıyla geniş kitlelere ulaştı. Flapper’lar, bu şarkıları ev partilerinde ya da gramofon başında dinler, modern teknolojinin sunduğu bu yenilikle gençlik kimliklerini pekiştirirdi. Cazın kökenlerinden biri olan blues, Flapper’ların repertuarında daha az baskın olsa da yine de önemliydi. Bessie Smith gibi sanatçıların duygusal ve güçlü vokalleri, caz kulüplerinde yankılanırdı. Blues, Flapper’ların asi ve duygusal yönünü beslerdi. Özellikle gizli içki mekanlarında (speakeasies), blues ve cazın birleşimi, yasakların gölgesinde özgürlüğün bir ifadesiydi.

Flapper kızları için müzik, yalnızca eğlence değil, aynı zamanda bir başkaldırı aracıydı. Caz ve Charleston gibi türler, dönemin yasakçı politikalarına (örneğin, ABD’de 1920-1933 Alkol Yasağı – Prohibition) ve muhafazakâr değerlerine meydan okuyordu. Speakeasies adı verilen gizli barlar, Flapper’ların caz dinleyip dans ettiği, içki içip sigara kullandığı mekanlardı. Bu ortamlar, onların özgürlük arayışını ve toplumsal kuralları hiçe sayışını somutlaştırırdı. Ayrıca, cazın Afro-Amerikan kökenli olması, Flapper’ların ırksal tabulara karşı bir duruş sergilemesine de olanak tanıdı. Harlem Rönesansı’nın yükselişiyle, Flapper’lar Harlem’deki caz kulüplerine akın eder, burada Duke Ellington gibi sanatçıların performanslarını izlerdi. Bu, kültürel bir alışverişin ötesinde, gençlik kültürünün sınırları zorlayan bir niteliğe bürünmesini sağladı. Flapper’lar, gençlik kültürünün modern anlamıyla ilk kez tüketim, eğlence ve bireysel ifade etrafında şekillendiği bir dönemin öncüleriydi. Müzik, bu süreçte sadece bir fon değil, Flapper’ların kimliklerini inşa ettiği temel bir yapı taşıydı. Bu altkültürel akımın doğuşu, Birinci Dünya Savaşı sonrası dönemin kaotik ve yenilikçi atmosferinde şekillendi. Flapper’ların ortaya çıkmasına etki eden olaylar ve akımın nedenleri, birbirine bağlı bir dizi faktörün sonucudur. 1914-1918 arasındaki savaş, milyonlarca gencin hayatını kaybetmesine neden oldu ve geride kalanlar için derin bir kayıp hissi yarattı. Ancak savaşın bitişi, bir rahatlama ve yeniden inşa dönemi başlattı. Genç kadınlar, erkeklerin cephede olduğu yıllarda iş gücüne katılmış, ekonomik bağımsızlık kazanmış ve toplumsal rollerini sorgulamaya başlamıştı. Savaş sonrası “hayatı yaşama” arzusu, Flapper’ların hedonist ve özgür ruhlu tavrını besledi. Victorian dönemin katı ahlak kuralları, savaşın yıkımıyla anlamını yitirdi; bu da gençlerin isyankâr bir yaşam tarzı benimsemesine zemin hazırladı. ABD’de 1920’de kabul edilen 19. Anayasa Değişikliği ile kadınlara oy hakkı tanındı; benzer haklar Avrupa’da da yayılıyordu. Bu, kadınların toplumsal statüsünde bir dönüm noktası oldu ve özgüvenlerini artırdı. Siyasal eşitlik, Flapper’ların kişisel özgürlük taleplerini güçlendirdi. Oy hakkıyla gelen güç, kadınların kıyafet, davranış ve yaşam tarzı gibi konularda da bağımsızlığını ilan etmesine yol açtı. ABD’de alkol üretimini ve satışını yasaklayan Volstead Yasası (1920-1933 – Prohibition), beklenmedik bir şekilde yeraltı kültürünü canlandırdı. Speakeasies adı verilen gizli barlar, gençlerin toplanma mekanları haline geldi. Flapper’lar, bu yasakçı politikaya karşı çıkarak gizli mekanlarda içki içti, dans etti ve caz dinledi. Yasak, onların otoriteye meydan okuyan tavrını pekiştirdi ve asi kimliklerini güçlendirdi. 1920’lerde ABD’de savaş sonrası ekonomik büyüme (özellikle sanayi ve borsa patlaması), orta sınıfın tüketim gücünü artırdı. Radyo, plaklar, otomobiller ve moda gibi yeni ürünler gençlerin hayatına girdi. Flapper’lar, bu bolluk çağında kısa etekler, makyaj ve mücevher gibi tüketim ürünleriyle kendilerini ifade etti. Ekonomik özgürlük, onların geleneksel sade yaşamdan uzaklaşmasını sağladı. Afro-Amerikan kültüründen doğan caz müziği, New Orleans’tan büyük şehirlere yayıldı ve Harlem Rönesansı ile sanatsal bir patlama yaşadı. Bu, gençler arasında yeni bir müzik ve dans dalgasını tetikledi. Flapper’lar, cazın enerjisine ve Charleston gibi danslara kapıldı. Bu müzik, onların özgürlük arayışını ve muhafazakâr değerlere karşı duruşunu simgeledi. Tekstil endüstrisindeki gelişmeler ve hazır giyim sektörünün büyümesi, kısa etekli elbiseler ve rahat kıyafetlerin yaygınlaşmasını sağladı. Ayrıca sinema ve dergiler, Flapper tarzını popülerleştirdi. Flapper’lar, korse gibi kısıtlayıcı kıyafetleri terk ederek beden özgürlüğünü vurguladılar. Sessiz sinema yıldızları (örneğin Clara Bow), Flapper imajını genç kadınlar için bir rol model haline getirdi. Flapper kızlarının Viktorya dönemi kadınına bir başkaldırış olduğu kabul gören bir durum olsa da bunu tetikleyen bir diğer olgu da ABD’li illüstratör Charles Dana Gibson tarafından yaratılan “Gibson Kızı” karakteridir, “Gibson Kızı” 1890’larda ve 1900’lerin başında popüler bir kadın idealiydi. Bu figür, dergi kapaklarında ve reklamlarda yer alarak genç kadınlar arasında bir tarz ikonu haline geldi. Bağımsız, zarif ve kendine güvenen bir imaj çizen Gibson Kızları, bisiklete binmeyi seven, spor yapan ve modern kıyafetler giyen genç kadınları temsil ediyordu. Flapperların aksine, daha az asi ama yine de Victoria dönemi normlarından bir miktar sapma gösteriyorlardı.  Viktoryal kadından, Flapper kızlarına geçişin önemli unsurlarından biri olan Gibson kızları bir altkültür değil sadece medyatik bir kurguydu.

Elbette Flapper kızlarının doğuşunu yalnızca olaylarla değil, bu olayların tetiklediği daha derin toplumsal ve psikolojik nedenlerle de açıklamak gerekir. Flapper kızları aslında geleneksel cinsiyet rollerine isyan etmişlerdir. Kadınlar, savaş sırasında erkeklerin yerini alarak iş gücünde kendilerini kanıtlamıştı. Savaş sonrası eve dönmeleri beklenirken, Flapper’lar bu baskıyı reddetti. Kısacık saçlar, sigara içme ve kamusal alanda dans etme gibi davranışlar, kadınların “hanımefendi” tanımını altüst etti. Ayrıca 1920’ler, gençliğin ayrı bir toplumsal kategori olarak tanınmaya başladığı bir dönemdi. Flapper’lar, ebeveynlerinden farklı bir kimlik arayışına giren ilk nesillerden biriydi. Bu, tüketim ve eğlence odaklı bir yaşam tarzıyla kendini gösterdi. Caz ve Afro-Amerikan kültürü, beyaz gençler arasında popülerleşti. Flapper’lar, bu egzotik ve “yasak” kabul edilen bu kültürü benimseyerek ırksal ve sınıfsal tabulara meydan okudu. Harlem’deki caz kulüpleri, bu etkileşimin merkeziydi. Sinema, dergiler ve radyo, Flapper tarzını ve yaşam biçimini geniş kitlelere yaydı. Özellikle Hollywood’un “It Girl”ü Clara Bow gibi figürler, Flapper’ların çekiciliğini ve modernliğini genç kadınlara ilham kaynağı yaptı. Flapper kızları, Birinci Dünya Savaşı sonrası değişen dünyanın bir yansımasıydı. Flapper’lar, sadece bir moda veya müzik akımı değil, aynı zamanda toplumsal cinsiyet rollerinin yeniden tanımlandığı bir dönemin habercisiydi.

Ayrıca tüketimin bir başka kültürel boyutu olarak Flapper kızlarının tarihte aktif olarak plak toplayan ilk gençlik grubu olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bu dönem caz müziğinin yükselişe geçtiği ve gramofonun (sonradan pikapların) evlere girmeye başladığı bir zamana denk gelir. Plaklar, 1920’lerde müzik dinlemenin en yaygın yollarından biri haline gelmişti ve flapper kızları, caz, ragtime ve Charleston gibi enerjik müzik türlerini dinlemekten büyük keyif alıyordu. Bu müzik türleri, onların dans partilerinde ve sosyal etkinliklerinde sıkça çalınıyordu. Flapperlar, plakları tüketme konusunda aktif bir gruptu çünkü bu yeni teknoloji, onların bağımsız ve modern yaşam tarzıyla uyumluydu. Gramofonlar, müziği evlere taşıyarak gençlerin ebeveyn kontrolünden bağımsız bir şekilde eğlenmesine olanak sağladı. Flapper kızlarının en çok dinledikleri plaklar (78 devirlik taş plaklardı, çünkü 1920’lerde bu format standarttı); Louis Armstrong, erken cazın efsanevi isminin “West End Blues” gibi parçaları, flapperların dans ettiği ritimlere örnek kabul edilebilir. Duke Ellington, Orkestrasıyla cazı sofistike bir seviyeye taşımıştır, “It Don’t Mean a Thing” gibi eserleri, flapper ruhunu yansıtmaktaydı. Bessie Smith, ” blues kraliçesi” olarak anılan Smith’in duygusal ve güçlü şarkıları, flapperların da ilgisini çekiyordu. Paul Whiteman, daha hafif ve dans edilebilir caz parçalarıyla tanınan bir sanatçıydı ve flapper partilerinin favorisiydi. Charleston ve Ragtime Plakları, sözlü şarkılardan ziyade enstrümantal dans müzikleri, flapperların enerjik danslarına eşlik ederdi. Örneğin, “The Charleston” dansı için özel olarak hazırlanmış plaklar çok popülerdi. Flapper kızlarıyla ilişkilendirilebilecek bazı bu döneme ait şarkıların sözlerinden örnekler vermek de dönemin sosyal atmosferini anlayabilmek adına yerinde olacaktır.

  1. “Ain’t We Got Fun” (1921)

– Söz Yazarı: Gus Kahn, Raymond B. Egan; Beste: Richard A. Whiting 

  “Every morning, every evening, ain’t we got fun? 

  Not much money, oh, but honey, ain’t we got fun? 

  The rent’s unpaid, dear, we haven’t a care, 

  In the winter, in the summer, don’t we have fun?”* 

Bu şarkının sözleri, flapperların kaygısız ve neşeli ruhunu yansıtır. Ekonomik zorluklara rağmen dans edip eğlenmeye devam eden bu gençlerin tutumu, flapperların “carpe diem” felsefesine uygundur. Charleston dansı eşliğinde sıkça çalınırdı.

  • “The Charleston” (1923)

– Söz Yazarı ve Beste: James P. Johnson, Cecil Mack 

  “Charleston! Charleston! Made in Carolina, 

  Some dance, some prance, I’ll say there’s nothing finer, 

  Than the Charleston, Charleston, 

  Lord, how you can shuffle!”* 

Charleston, flapperların en ikonik dansıydı ve bu şarkı, onların enerjik, ritmik ve asi tarzını doğrudan sembolize etmiştir. Kısa etekleriyle dans pistinde dönen flapper kızları, bu şarkıyla özdeşleşmiştir.

  • “Sweet Georgia Brown” (1925)

– Söz Yazarı: Kenneth Casey; Beste: Ben Bernie, Maceo Pinkard 

  “No gal made has got a shade on Sweet Georgia Brown, 

  Two left feet, but oh, so neat has Sweet Georgia Brown, 

  They all sigh and wanna die for Sweet Georgia Brown, 

  I’ll tell you just why, you know I don’t lie!”* 

Bu şarkı, caz müziğinin flörtöz ve çekici tonunu taşır. Flapperların özgüvenli, dikkat çekici ve biraz da baştan çıkarıcı imajı, “Sweet Georgia Brown” karakteriyle örtüşür.

  • “I Wanna Be Loved by You” (1928)

– Söz Yazarı: Bert Kalmar; Beste: Herbert Stothart, Harry Ruby 

– Örnek Sözler: 

 “I wanna be loved by you, just you, 

  And nobody else but you, 

  I wanna be kissed by you, alone, 

  Boop-boop-a-doop!”* 

Helen Kane’in seslendirdiği bu şarkı, flapperların sevimli ama cilveli tarafını yansıtıyordu. “Boop-boop-a-doop” nakaratı, flapperların eğlenceli ve oyunbaz ruhunu simgeler. Daha sonra Marilyn Monroe’nun yorumuyla ünlense de, orijinal versiyon flapper çağının ürünüdür.

  • “Five Foot Two, Eyes of Blue” (1925)

– Söz Yazarı: Sam M. Lewis, Joe Young; Beste: Ray Henderson 

  “Five foot two, eyes of blue, 

  But oh, what those five foot could do, 

  Has anybody seen my gal? 

  Turned up nose, turned down hose, 

  Never had no other beaus, 

  Has anybody seen my gal?” 

Bu şarkı, kısa boylu, mavi gözlü, asi ve çekici bir genç kızı tarif ediyordu – tam bir flapper portresydi! “Turned down hose” (çorapların aşağı kıvrılması), flapperların rahat ve geleneksel olmayan moda anlayışını vurguluyordu.

Flapper kızları, 1920’lerin özgür ruhlu, modern genç kadınları olarak yalnızca günlük yaşamda değil, aynı zamanda dönemin magazin dünyasında da büyük bir yer kaplamıştı. Bu dönemde gazeteler, dergiler ve diğer medya organları, flapperların yaşam tarzını, modasını ve davranışlarını hem öven hem de eleştiren çok sayıda haber ve röportaj yayımladı. Life Magazine, 1920’lerde flapper kızlarını sıkça konu aldı. Belki de akımın fenomen haline gelmesinde en büyük paya sahip ana akım yayını oldu. Mizah ve popüler kültür odaklı bu dergi, flapperları hem eğlenceli hem de biraz alaycı bir şekilde resmetti. Örneğin, 24 Haziran 1926 tarihli “The Lass Who Loved a Sailor” kapağında,  John Held Jr. tarafından çizilen bir flapper, denizciyle dans ederken görülüyor. 3 Mart 1927 tarihli “The Petting Green” kapağı ise flapperların erkeklerle rahatça flört ettiğini hicvediyordu. Bu kapaklar, flapperların özgür ruhunu ve toplumdaki tartışmalı yerini yansıtıyordu. Dergi, flapperları “gençlik hevesi” olarak sunarken, aynı zamanda onların bağımsızlığını bir erkek fantezisi gibi ele alıyordu.

Chicago merkezli küçük bir dergi olan “The Flapper Magazine”, flapper yaşam tarzını yaymak ve tanıtmak için yayımlanıyordu. İlk sayısının açılış sayfasında, flapperların geleneksel değerlerden kopuşu gururla ilan edildi. Dergi, “Not for old fogies” (Yaşlılar için değil) sloganıyla genç kadınlara hitap ediyordu. Temmuz 1922 sayısında yayımlanan “A Flapper’s Dictionary” (Flapper Sözlüğü), dönemin argosunu (örneğin “the cat’s meow” – harika, “the bee’s knees” – müthiş) tanıtarak flapper jargonunu popülerleştirdi. Bu dergi, flapperların kendilerini ifade etme biçimini magazinsel bir şekilde ele alıyordu. Elbette Flapper akımı yazılı basında her zaman övgüyle ya da hicivle değinilmemiştir.  Muhafazakâr kesimler için açık bir saldırı merkeziydi “Modern Girls Face Certain Disaster; ‘Flappers’ Called Saddest Type of All” (El Paso Herald, 8 Mayıs 1920): Bu haber, flapperların ahlaki çöküşün sembolü olarak görüldüğünü gösteriyor. Muhafazakâr kesimler, onların kısa eteklerini ve dans düşkünlüğünü eleştiriyordu. 

“Even Turkey Bars the Flapper!” (The Ogden Standard-Examiner, 1 Ekim 1922): Flapper modasının ve davranışlarının yurtdışında bile tepki çektiği belirtiliyor. Türkiye’nin bile flapper tarzını yasakladığına dair bu haber, akımın küresel bir fenomen olduğunu kanıtlıyor. İngiliz işgali altındaki İstanbul jazz kulüpleri ve etkinliklerinin epey yoğun olduğu bilinen bir gerçek fakat Vahdettin’in bunlarla ne kadar ilgilendiği başka bir araştırma konusu…

“Old-time Jargon ‘Kicks in’ as Flapper Evolves New Jargon” (The Morning Tulsa Daily World, 7 Mayıs 1922): Flapperların kendi dilini yarattığına dair bir makale, onların kültürel etkisini vurguluyordu. 

Edebiyatta dönemin önemli yazarları Flapper kültürünü tartışmasız olarak güncel romanlarına konu etmişlerdi. F. Scott Fitzgerald, flapperları edebiyat ve magazin dünyasına taşıyan önemli bir figürdü. 1920’de yayımlanan “This Side of Paradise” adlı romanı, flapperları filozoflar için yazılmış bir hikaye olarak tanımlıyordu. The Evening World (20 Mayıs 1920) kitabın incelemesinde, Fitzgerald’ın flapperları genç ve asi bir sembol olarak sunduğunu yazmıştı. Yazarın eşi Zelda Fitzgerald da bir flapper ikonuydu ve magazinde sıkça yer alıyordu.

Ellen Welles Page’in “A Flapper’s Appeal to Parents” Makalesi (Outlook Magazine, 6 Aralık 1922) 

Kendisini bir flapper olarak tanımlayan Ellen Welles Page, bu röportaj-makaleciğinde ebeveynlere seslendi. “Eğer dış görünüşe bakarsanız, sanırım ben bir flapperım. Yaş sınırı içindeyim, saçlarım kısa, flapperlığın nişanı. Burnumu pudralıyorum, püsküllü etekler ve parlak renkli kazaklar giyiyorum,” diyerek flapper kimliğini tarif ediyordu. Page, flapperların sadece görünüş değil, aynı zamanda özgürlük arayışı olduğunu belirtiyordu: “Bizler sizin gibi sıkılmak istemiyoruz, çünkü sıkıcı değiliz.” Bu makale, flapperların kendi sesiyle konuşmasına bir örnekti ve döneminde geniş yankı bulmuştur.

“Confessions of a Flapper” Köşesi (The Flapper Dergisi, 1923) 

1923’te “The Flapper” dergisi, okuyucularından gerçek hikayeler isteyerek “Confessions of a Flapper” (Bir Flapperın İtirafları) adlı bir köşe başlattı. Bu köşede, flapperların günlük yaşamına dair samimi anlatılar yer aldı. Bu hikayeler, flapperların hem özgürlük arayışını hem de toplumsal baskılarla mücadelesini magazinsel bir şekilde ortaya koyuyordu.

Flapper’ların imajı, kadınların kıyafetlerinde ve saçlarında ciddi -bazılarına göre şok edici- değişikliklerden oluşuyordu. Hareketi kolaylaştırmak için neredeyse her giysi parçası kısaltıldı ve hafifletildi. Kızların dansa gidecekleri zaman korselerini “park ettikleri” evde bıraktıkları söyleniyordu. Caz Çağı’nın yeni, enerjik dansları, kadınların özgürce hareket edebilmesini gerektiriyordu; “balina kemiği” korsenin “olumsuz yönleri” buna izin vermiyordu. Pantolon ve korselerin yerini “step-in” adı verilen iç çamaşırları aldı. Sinekliklerin dış giysileri bugün bile son derece geçerlidir. “Garconne” (“küçük çocuk”) adı verilen bu görünüm, Coco Chanel tarafından popüler hale getirildi. Kadınlar daha çok erkek çocuğa benzemek için göğüslerini düzleştirmek amacıyla kumaş şeritlerle sıkıca bağladılar. Flapper kıyafetlerin belleri kalça hizasına kadar düşürülüyordu. Sineklik yapanlar, 1923’ten itibaren suni ipekten (“yapay ipek”) yapılmış ve genellikle bir jartiyerin üzerine sarılmış çoraplar giyiyordu.

Flapperların belirgin bir altkültür olarak varlığı, 1920’lerin sonlarında zayıflamaya başladı ve 1930’ların başında büyük ölçüde sona erdi. 1929’da Wall Street Borsası’nın çökmesiyle başlayan Büyük Buhran, dünya genelinde ekonomik bir krize yol açtı. 1920’lerin “Roaring Twenties” (Kükreyen Yirmiler) olarak bilinen refah ve eğlence dönemi sona erdi. Flapper yaşam tarzı – dans partileri, pahalı kıyafetler, caz kulüpleri – büyük ölçüde ekonomik bolluğa dayanıyordu. İşsizlik ve yoksulluğun artmasıyla, bu lüks ve kaygısız hayat tarzı sürdürülemez hale geldi.  Büyük Buhran, insanların önceliklerini değiştirdi. Eğlenceden çok hayatta kalmaya odaklanan bir toplumda, flapperların hedonist imajı yerini daha sade ve pratik bir yaşam anlayışına bıraktı. 1920’lerin kısa, düz kesimli elbiseleri ve özgür tarzı, 1930’larda yerini daha uzun, kadınsı ve zarif siluetlere bıraktı. Hollywood’un altın çağıyla birlikte, Greta Garbo ve Joan Crawford gibi yıldızlar, flapperların asi ve genç havasından farklı olarak daha sofistike bir kadın imajını popülerleştirdi.  1920’lerin caz odaklı enerjisi, 1930’larda swing müziğine evrilerek farklı bir kültürel atmosfer yarattı. Flapperların dansları (Charleston gibi) yerini daha çift odaklı ve sakin danslara bıraktı. Büyük Buhran’la birlikte, birçok toplumda geleneksel değerlere dönüş hızlandı. Flapperların bağımsızlığı ve cinsel özgürlüğü, 1920’lerde bir kesim tarafından hoş görülse de, 1930’larda ekonomik belirsizlik ortamında daha az kabul gördü. Kadınlardan yeniden ev hanımı ve anne rollerine dönmesi beklendi.  1930’ların sonuna doğru II. Dünya Savaşı’nın yaklaşması, gençlik kültürünü daha ciddi ve disiplinli bir yöne çekti. Flapperlar, 1920’lerde gençliklerinin baharında olan bir nesildi (genellikle 15-25 yaş arası). 1930’lara gelindiğinde, bu kadınlar evlenip aile kurmaya başladı ya da yaşları gereği flapper yaşam tarzını geride bıraktılar. Yeni nesil gençler ise farklı bir dünya görüşüyle büyüdü ve flapper kimliğini benimsemedi. Büyük Buhran’ın başlangıcı, flapper yaşam tarzının zayıflamaya başladığı nokta olarak görülür. 1931-1932 civarında, flapperların moda, müzik ve davranışlarının popüler kültürdeki baskınlığı büyük ölçüde kayboldu. 1930’larda hâlâ bazı flapper etkileri görülse de (örneğin, sinemada), bu artık bir altkültür hareketi değildi. 1933’te ABD’de içki yasağının sona ermesi (Prohibition), flapperların yeraltı caz kulüpleriyle bağlantılı gizemli havasını da azalttı. Artık eğlence daha genel ve erişilebilir bir hale gelmişti.

Makale Kategorileri:
MANŞET