Bir Yoğunluk, Tutku ve Işıltının Herkesi Ele Geçirme Hikayesi: Symphony X İlk Kez İstanbul’daydı

Boğaç Gökmen

Müziğin matematiği, fiziği, kimyası, progresif, bol katmanlı, ince işçilikli lezzetler. Ruhu besleyen her ne varsa işte tam da o anda sahneden yükselerek yüreklere işliyor.

Bu yaşananların müsebbibi mi? Öyleyse buyurunuz Symphony X şölenine.

New Jersey çıkışlı progresif power metal grubu Symphony X kurulduğu 1994 yılından bu yana dinleyicilerin gönlünde ayrı bir yere sahip. Zaten bunu konser öncesi IF Beşiktaş önünde toplanan ve giderek sayısı artan müzikseverlerin tavırlarından da görebiliyorsunuz.

Grup Avrupa turnesini İstanbul’da başlatıyor. 30 Ağustos Cuma 2024 akşamını not ediyoruz bir köşeye. Black Label Events organizasyonu, %100 Metal ve Razer’in katkılarıyla düzenlenen konser ile grubun Türkiye’de ilk kez sahne alacak olması da işin ehemmiyetini bir seviye daha arttırıyor.

Öncesinde ise sahne memleket metal sahnesinin parlayan ekiplerinden Alkera’ya emanet. Mikrofon başında güçlü vokaliyle Onur Çobanoğlu’nun yer aldığı grup davulda Yalçın Hafızoğlu, gitarda Faruk Aydın Toksöz, bas gitarda Ozan Tuncal ve klavyede Ali Göktürk’ten oluşan kadrosuyla esmeye başlıyor. Progresif metal evreninde nefes alan grup derinlikli beste yapıları ve enstrüman becerileri ile parlıyor sahnede. Bu deneysel sularda kulaç atarken usta işi de bir müzikal deneyim sunuyorlar ki izleyiciden de ziyadesiyle alıyorlar karşılığını. Takip edin, ettirin Alkera’yı.  

Ardından Symphony X için hazırlanıyor sahne. Gitarist Michael Romeo önderliğinde kurulan grup, solist Russell Allen, tuşlu çalgılarda Michael Pinnella, bas gitarda Michael LePond ve davulda Jason Rullo’lu kadrosuyla sahneye bekleniyor artık. Progresif metalin öncülerinden olan grup, türün zirvelerinde bir seyahate çıkartmaya hazır salonu dolduranları. Tabii bu arada saflar da sıklaşıyor.

İlk şarkı “Iconoclast”ın girişiyle birlikte sahneye kilitlenmeyen yok gibi. Şarkının girişi ve ruhani koro bölümüyle daha ilk anlardan ezgilerin büyüsü yayılmaya başlıyor salona. Şarkıcı Russell Allen’in girmesiyle de artık yolculuğun içerisindeyiz.

Şarkılar ilerledikçe önümüzü daha bir ilikliyoruz. Her bakımdan saygıyı hak eden bu performans karşısında akıllardan geçenler büyük ihtimal aynı. İzleyici kitlesini, bir süredir dinlemeyenler, daha önce hiç dinlememişler ve grupla ilgili her ayrıntıya hâkim olanlar olmak üzere kabaca üçe ayırmak mümkün. Önlere ilerledikçe ise şarkı sözlerini bilmeyen sayısı çok az. Destansı, uzun şarkılarda dahi her detayda seyirci de işin içinde. O an tüm salonda hakimiyet kayıtsız şartsız usta işi melodilerin elinde.

Grup “Underworld”, “Paradise Lost” ve “The Divine Wings of Tragedy” albümlerinden daha çok parça çalsa da şarkı seçimler tam not alıyor. “Without You”da tüyler diken diken, sesler kısılmak üzere. “Evolution” ve “Run With the Devil”ın temposuna ayak uyduran kafalar ritim kaçırmıyor.  “Set the World on Fire”ın melodi zenginliği salonun duvarlarından süzülüp orta bölümde bir girdap oluşturuyor. Ardı ardına gelen solo bölümleriyle de seve seve dalıyoruz bu melodiler girdabına.

Aradan sonra “Paradise Lost” geliyor ki girişindeki keyboard melodisi ve Russell’ın ruhu ele geçiren sesi seyircinin eşliğiyle buluşuyor tam da o az önceki girdabın hizasında tavanda bir yerlerde. O nokta tüm yaşananların merkezi oluyor. Arada sırada girdaba oradan yine yukarıya şarkıların açtığı bu yolda. “Out of the Ashes”ın barok girişiyle birlikte yeniden ritim artırıyor. Bir gitara bir keyboarda geçiyor, birbiriyle kapışıyor solo bölümleri.

Dünya gözüyle Michael Romeo’yu izlemiş olmak da bir ayrıcalık olmalı. Romero tüm o ustalıklı gitar işçiliğini çok kolaymışçasına gösteren vücut diliyle köşesinde yıldızlaşıyor. Tuşlularda Michael Pinnella ile oya gibi örüyorlar şarkıları. Bas gitarda LePond ve davulda Rullo ise performansın geneline yayılan tutku enerjisini sonuna kadar yukarı taşıyor.

Şarkıcı Russel Allen’a gelince. Her an, her şarkıda büyüyen seyirciyi kıskıvrak avucuna alan bir güce sahip. Üstün şarkıcılık hünerleri kabul edelim ki her zaman yakalanır bir seviye değil. İzleyen herkesin direkt ilk beşine yazacağı bir şarkıcı. Seyircinin enerjisini çıkartmayı çok iyi biliyor. Örneğin ses sınırlarını test etmeye ne dersiniz? Her seferinde kendi rekorunu kırıyor seyircinin Russel’a eşlik eden haykırışları.

Yeter mi? Tabii ki yetmez. Bitirdikleri düşünülürken “bir şarkı daha ister misiniz?” Soruna gelen koca bir “Evet” ve ardından bas gitar girişi ile başlayıp yine barok sularda gezinen lezzetiyle konseri yüksek bir enerji ile tamamlayan “Sea of Lies” veda zamanını da işaret ediyor.

Bu nefis şölen sonrası Russel Allen’ın dünyanın en iyi şarkıcılarından biri olduğu konusunda herkes hem fikirdir diye düşünüyorum.

Bir konser gruba yeni tutkulu hayranlar kazandırıyorsa hedefine ulaşmıştır ki tam da öyle bir hava var salondan ayrılırken. Daha önce dinlemeyen ve bir süredir dinlemeyenler salondan birer Symphony X hayranı olarak çıkıyor. Bir bakıma da önemi bir süre sonra fark edilecek konserlerden biri oluyor otuz yıllık koca bir grubu ilk kez izlemenin unutulmayacaklar arasına gireceği düşünülürse.

Bir müzikal yoğunluğun, tutku, performans ve ışıltının kendi yolunu bulup herkesi ele geçirme hikayesi olarak kayıtlara geçiyor Symphony X İstanbul konseri.

Emeği geçen herkese teşekkürlerle.

Fotoğraflar: arefikb

ROTKA TV YAYINLARINI YOUTUBE ÜZERİNDEN İZLEYEBİLİRSİNİZ

What's your reaction?