40
Views

Fransız sinemasına ilginiz varsa yeni dalganın Sol Yaka ve Sağ Yaka film yönetmenleri arasındaki bölünmenin farkındasınızdır. “Bölünme” yanlış bir kelime olabilir çünkü bu sanatçılar birbirine karşı değildi. Aslında birçoğu arkadaştı. Seine Nehri tarafından bölünmüş iki kolektiftiler, ve film yapımcılığına yaklaşımları birbirlerinden biraz farklıydı, Sağ Yaka film yapımcıları genellikle daha güçlü anlatıları tercih ediyordu; Cahiers du cinema dergisinde çalışırken klasik sinemaya olan sevgileri sayesinde tanışmış ve bağ kurmuşlardı.

Fransız Yeni Dalgası yönetmenleri çok deneysel olsa da, her ikisi de Sol Yaka’nın parçası olan Agnès Varda ve Chris Marker gibi isimler sinemanın tarihiyle çok daha az ilgileniyordu. Mesela Varda ilk uzun metrajlı filmi La Pointe Courte‘yi yaptığında çok az film izlemişti. Varda ve Marker hem inanılmaz iyi fotoğrafçıydı hem de iyi yönetmendi; bu durum, Varda’nın Ulysses ve Marker’ın La Jetée adlı eserlerinde olduğu gibi çalışmalarında sıklıkla durağan görüntüler kullanmalarından da anlaşılıyor.

Bu ikili tek bir medyayla sınırlı kalmaktan nefret ediyordu ve Varda kariyeri boyunca sanat enstalasyonları yaptı, kendi kendini referans alan kurgusal olmayan filmlerle deneyler gerçekleştirdi veya belgeselle kurguyu harmanlayan anlatı özellikleri yarattı. Marker ise filmler, fotoğraflar, denemeler ve video enstalasyonları yaptı ve Vietnam Savaşı gibi olaylara karşı protesto amacıyla politik filmler yapan sol kanat grubu SLON’u kurdu.

Marker kariyerinin ilerleyen dönemlerinde dijital teknolojiye de ilgi duymaya başladı; çok yoğun olmasa da Varda da aynı ilgiyi paylaşıyordu. Varda, 2000’lerde The Gleaners and I gibi filmlerle taşınabilir dijital kamera kullanımının sunduğu fırsatları keşfederken, Marker Second Life‘ta kendi dünyasını kuruyor, hatta bir müze oluşturuluyor ve avatarıyla krallığını inceliyordu – yani Guillaume en Egypte adlı turuncu bir kediyle inceliyordu.

Varda’nın kısa filmi In Chris Marker’s Studio‘da, eski dostunu hayal edebileceğiniz en hoş karmaşayla dolu ev stüdyosunda ziyaret eder: kitap yığınları, gazete kupürleri, film afişleri, kameralar, bilgisayarlar, haberlerin yayınlandığı iki televizyon ekranı ve Guillaume en Egypte’in kesilmiş görüntüleri.. Bu yalnızca dahi Marker’ın gezinebileceği türden bir kaos vizyonu. Varda, Marker’ın yüzünü göstermez -yaşlılığında anonimlik hissini korumayı tercih eder- ama onu etrafındaki büyüleyici eserler aracılığıyla tanırız.

Ancak en ilgi çekici olanı, Varda’nın Marker’ın çevrimiçi dünyasına, Marker’ın imzası niteliğindeki kase kesimli saçlı bir avatarla erişim izni aldığı ve Marker’ın adası L’Ouvroir’ı keşfetmesine izin verdiği bölümdür. Varda bize “Marker sahte değil ama çifte bir hayat yaşıyor ya da daha doğrusu sanal olarak başka bir yerde, Second Life web sitesinde var oluyor” diyor.

Varda ve Guillaume en Egypte, Marker’ın filmlerinden karelerin bulunduğu müzeyi ziyaret etmeden önce adada birlikte dans ederler. Varda resimlerin yüzdüğü bir deliğe düşer ve sonunda Guillaume en Egypte’in piyano çalmasını dinler ve ardından kedi şeklinde büyük bir kanepeye oturur. Bu, Marker’ın zihnine yapılan tuhaf bir yolculuktur. Onun sürekli yenilik arayışını ve fikirlerini iletmek için yeni medyaları kullanma yeteneğini yansıtır.

Marker, Second Life‘ta, müzesini ziyaret edebilecek veya sanatla yaşam arasında bir yerde var olan bu paylaşılan sanal alanda dans edebilecek kullanıcıların aktif katılımıyla görsel medyayı harmanlayabilecek bir dünya yaratma potansiyeli gördü. Diğer eski Fransız Yeni Dalgası film yönetmenleri anlatı filmleri veya görsel denemeler yapmaya devam ederken her zaman radikal olan Marker sanal bir dünyada bulunan fırsatları keşfetmeyi tercih etti.

Makale Etiketleri:
· · ·
Makale Kategorileri:
FİLM/DİZİ · MANŞET