21
Views

Beyza Cumbul

Sercan Candemir’i yıllar önce Sofar kayıtlarıyla tanıdım. Sonrasında yolumuz kesişti ve derdi müzik olanlar olarak ortak da çalıştık, dostluğumuz baki diyebileceğim değerde bir insan ve müzisyen benim için.
Yeni şarkısı “Yokuşlar” vesilesiyle buluştuk ve bence ortaya harika bir söyleşi çıktı. Söyleşimizi okurken Sercan Candemir müziğini dinlemeyi ihmal etmeyin.
İyi okumalar.

“Yokuşlar”la başlamak istiyorum. Şarkıyla ilgili olarak “Hayatta hepimizin önüne çıkan engellerin bir metaforu” diyorsun. Bu şarkının ortaya çıkış sürecinde seni en çok zorlayan ya da dönüştüren duygu neydi?

Aslında şarkılarımın bazılarında bu yokuşlar dediğim engellerden bahsediyorum. Zamanım hem gerçek hayatın içinde hem de müziğin doldurduğu bir habitatta geçtiği için gözlemleme şansım oluyor. Gözlemlemek de değil aslında, her gün yaşadığım şeyleri yazıyorum diyebilirim. Her gün bir bölüm sonu canavarını geçiyorsun gibi… FM98 Yalnızlık Şehri şarkımda aynı yokuşlardan “Bu ne biçim Pazartesi?” diye soruyorum mesela.

“Yokuşlar”ın sözlerinde güçlü bir kişisel yolculuk hissi var. Bu yolculukta şehir, yalnızlık ya da umut gibi temalar senin için nerede konumlanıyor?

Her gün bir bölüm sonu canavarıyla karşılaşır gibi aslında bu yolculuk. Biraz geride kalmak, görünmemek, bir şeylerin yolunda gitmemesi, kalabalıklar, yalnız kalamamalar ya da gereğinden fazla yalnız kalmalar… İstanbul’da yaşıyorum, burası mümkünlerin aynı anda hem çok hem de yok olduğu yer bana kalırsa. Ama umutsuzluğu da yakıştırmam açıkçası kafası açık insanlara. Tamam yokuşlar var ama geçebiliyorsun da bazı şeyleri. Geçemesen de anlatıyorsun, hikaye oluyor.

Prodüksiyon sürecini tamamen kendi markan, Altwave Soundworks çatısı altında yürütüyorsun. Kayıt, düzenleme ve yayımlama aşamalarında bağımsız olmak senin için ne ifade ediyor?

Müzisyen, ekipmana, insana ya da programa ne kadar az bağımlıysa o kadar hareket imkanı geniş oluyor. Zamanla ben de bu bağımsızlığı kazandığımı fark ettim. Önceden şarkılarım vardı ama kayıt yapacak ne imkanım ne bilgim vardı. Oturup kendi kendime öğrendim. İlk kayıtlarım dinlenebilir seviyede değildi; sonra nasıl daha iyi sonuç alabileceğimi, hangi ekipmana ve eğitime ihtiyaç duyduğumu araştırdım. Zamanla bunun sadece bir hobi değil, bir iş planına dönüşebileceğini fark ettim. Bu yola bir arkadaşımın kısa film müziği projesiyle adım attım — aslında daha yolun başındayım.

Altwave Soundworks, profesyonel olarak başka müzisyenlere ve projelere de hizmet veriyor. Kendi müziğini üretirken, bir yandan başka sanatçılara teknik destek sunmak senin yaratıcı süreçlerini nasıl etkiliyor? Hatta soruyu daha da genişleterek senin bireysel çalışmaların olan Müzisyenlik, radyo programcılığı, öykü yazarlığı ve mühendislik… Tüm bu alanlar birbirini nasıl besliyor? Zaman yetiyor mu?

Aslında hepsi birbirini besleyen, farklı yönleriyle aynı kaynaktan beslenen işler. Altwave Soundworks’ta başka sanatçılara destek olmak, kendi müziğime de yeni pencereler açmak istiyorum. Her müzisyenin dünyası, kayıt tarzı ya da anlatmak istediği duygu farklı oluyor. Başkalarının işlerine dokunmak aslında bazı fikirleri fark etmemi de sağlıyor. Bu hem teknik hem de işin sanat tarafında ciddi bir gelişim alanı yaratıyor.

Radyo programcılığı, öykü yazarlığı ve mühendislik de bu zincirin diğer halkaları aslında. Mühendislik bana sistematik düşünmeyi ve çözüm odaklı olmayı kazandırdı. Müzik üretiminde bu çok işe yarıyor; bir parçayı mikslerken ya da bir ses sorununu çözmeye çalışırken mühendis zihni devreye giriyor. Radyo programcılığı ve özellikle öykü yazarlığı ise hem işin songwriter tarafıyla hem de dinleyiciyle bağ kurma tarafını güçlendiriyor.

Zaman kısmına gelince… Radyo programcılığı benim için epey geride kalan bir işti, yıllar oldu. Teknik anlamda yararlanıyorum tabi oranın tecrübesinden. Aslında biraz planlamayla alakalı. 8-18 saatleri arasında ofiste çalışmam gerekiyor. Ama gün içerisine bir şekilde sıkıştırabiliyorum müzik prodüksiyonuna dair çalışmalarımı. Üretim anlamında rahat çalıştığım bir dönem olmadı. Ama belki de üretken olmayı teşvik ediyordur bu, 2025’te bir albüm ve beş single yayınladım. Tabii ki yorucu olduğu aşikar, ne kadar sürdürülebilir, göreceğiz.

Günümüzde müzik üretiminde görünür olmak ve sürdürülebilir kalmak açısından seni en çok zorlayan şey ne oluyor?

İçerik kadar görünürlük yarışıyla da ilgilenmek zorunda kalmak.

Bir şarkıyı yazmak, kaydetmek, düzenlemek zaten başlı başına yaratıcı bir süreç. Ama iş yayınlamaya geldiğinde; algoritmalar, sürekli içerik üretme baskısı, sosyal medya trafiği ve tanıtım süreçleri müziğin önüne geçebiliyor. Başlangıçta bu tarafta daha kaygılıydım ama kendi kendine yolunu buldu. Dijital dünyada dengeyi bulmak önemli.


Kadıköy Sound’un yeni dönem temsilcilerinden biri olarak anılıyorsun. “Yokuşlar”da da yoğun bir indie rock tınısı dikkat çekiyor. Bu sound’u sen nasıl tanımlarsın?

Benim için bu sound biraz kendiliğinden ortaya çıkan bir atmosfer. “Yokuşlar” yakın zamanda yayınladığım şarkılardan biraz daha sert bir tona sahip. Örneğin solo gitar kaydını 20 yıl önce ilk grubumda beraber müzik yaptığım arkadaşım çaldı, o zamanlar grunge falan çalardık Ata ile. Özellikle onun çalmasını istediğim mesela bu hissiyatla; demek ki böyle bir süreçten geçiyorum. Kadıköy zaten biraz sokaklardan, hep aynı takıldığımız yerlerden, biraz da yalnız ev odalarından çıkan seslerin karıştığı yer. Bir kaosu da barındırıyor ama değişmeyen şeyleri de. “Yokuşlar”da duyulan indie rock tınısı da aslında bu karışımın doğal bir yansıması.

Peki bu Kadıköy Sound’u dediğimiz çizgi sence bugün hâlâ özgün bir kimlik taşıyor mu, yoksa müzik endüstrisinin dönüşümüyle birlikte o da yeni bir evreye mi girdi?

Eskisi gibi tabii ki değil ama bence hâlâ özgün bir kimlik taşıyor diyebilirim. Hiçbir şey aynı kalmıyor ama zaten kalmaması da güzel. İnsanların alışkanlıkları ve ifade biçimleri değişti. Bence eskiye göre olumsuz olan taraf, “ortalama”ların sayısı arttı. Ortalamaya hitap eden zevkler, mekanlar, alışkanlıklar. Ama hala kaçabiliyorsun bence bu “ortalama” yağmurundan, hala tercihe bağlı bence.

Yani kimlik kaybolmadı; sadece kendini başka şekillerde gösteriyor. Kadıköy bunu bu anlamda yaşamak için hala elverişli bir yer.

Sahne performanslarında akustik enstrümanlara ağırlık veriyorsun. Canlı performans senin için nasıl bir deneyim alanı? Şarkılarını sahnede yeniden biçimlendirmenin sende yarattığı duygu ne oluyor?

Sahne benim için biraz “şarkının gerçek yüzüyle tanışma alanı” gibi. Stüdyoda her şeyi kontrol edebiliyorsun ama sahnede an var, nefes var, hata var, iletişim var ve tüm bunların bir duygusu var. Bu yüzden akustik ağırlıklı çalmayı seviyorum; hem daha çıplak hem daha yaratıcı bir alan yaratıyor.

Şarkılarımı sahnede yeniden biçimlendirmek bana hep iyi geliyor. Kimi zaman daha yumuşak, kimi zaman daha sert bir yorum çıkıyor ortaya. Bu da şarkının yaşadığını, dönüştüğünü hissettiriyor. Hem akustik hem de band formatında çaldığım için ikisinin de yaşattığı hisler farklı oluyor, her iki tarzdaki ben de biraz farklı oluyorum; her sahnede yeni bir şeyler keşfediyorum diyebilirim.

Söyleşi için çok teşekkür ederim Sercancım, senin eklemek istediğin bir şey var mı?

Ben teşekkür ederim. Müzikle ilgili konuşmak bile bazen üretmek kadar motive edici oluyor. Tek söyleyebileceğim şey: Şarkılarımı yaparken hep içten kalmaya çalıştım; dinleyen herkes de kendi hikâyesinden bir şey bulursa ne mutlu bana.

İleride yeni şarkılarda, yeni sahnelerde tekrar buluşmak dileğiyle.

Makale Etiketleri:
· · ·
Makale Kategorileri:
MANŞET · MÜZİK